DUYGULAR BİR TUZAK MI ?
- ceylinazgokcelikk
- 13 Eki
- 3 dakikada okunur

İnsanın en büyük karmaşası, hissettikleriyle düşündükleri arasındaki uçurumda başlar. Akıl sus derken, kalp ısrarla konuşmak ister. Bazen en büyük yaralarımızı kelimeler değil, içimizde susturduklarımız açar. Çünkü duygular, yalnızca hissedilmez; bazen tüketir, bazen yönlendirir, hatta bazen insanı kendi içine hapseden görünmez bir tuzağa dönüşür. Özellikle de iyi niyetli insanlar için… Hep anlamaya çalışan, hep koruyan, hep affedenler için. Başkalarının yüklerini taşırken kendi içindeki fırtınaları fark edemeyenler için.
Psikolojik olarak bakıldığında, duygular insanın en temel yönlendiricisidir. Ancak duygusal zekâmızı kullanamadığımızda, hissetmek bizi güçlendirmek yerine savunmasız bırakır. Empati kurmak bir meziyetken, sınır çizemediğimizde içsel yıpranmanın sebebine dönüşür. İyi niyetle yaklaşırız; “anlasın, görsün, kıymet bilsin” isteriz. Fakat gerçek şu ki: Bazıları iyi niyeti anlamaz, sadece kullanır. İşte o an insan, ilk kez kendine yabancılaşır. Konuşmak ister ama konuşacak kelime bulamaz; aslında bağırmak ister ama çığlığı boğazında düğümlenir. İç dünyasında büyük bir patlama yaşarken, dışarıdan sakin görünmenin ağır yükünü taşır.
En yıpratıcı olan, yanlış insanların elinde yanlış duygulara tutunmaktır. Çünkü insan bazen sevilmek için değil, anlaşılmak için çırpınır. Anlaşılamadığında ise içine kapanır; artık güvenmez, anlatmaz, paylaşmaz. Psikolojide bu durum “duygusal geri çekilme” olarak tanımlanır. Kişi duygularını koruma altına alır ama aslında kendisini de kilidin içine hapseder. Böylece iç dünyasında görünmez bir odada yaşar; kimseyi içeri almaz, kimsenin de kapıyı çalmasını beklemez.
Belki de sorulması gereken asıl soru şudur: Duygular tuzak mı, yoksa biz mi duygularımızı yanlış alanlara bırakıyoruz? Hissetmek bir suç değildir. Tuzak olan, hissettiklerimizi hak etmeyenlere sunmaktır. Belki de değişmesi gereken, kalbimiz değil; kalbimize yaklaşmasına izin verdiklerimizdir.
Bu kısa süreli yaşamımın bana öğrettiği hem en güzel, hemde en acı deneyim; beni asla anlayamacak olanlara kendimi açıklamaya çalışmam oldu. Acı çünkü, değer verdiğim insanların bana duvar gibi yaklaşmaları oldukça canımı yakmıştı. Güzel çünkü; artık ayırt edebiliyorum ve farkındayım, kimin beni anlamak için gayret gösterdiğini ya da gösterebileceğini. İnsanları konuşmalarından, hâl ve hareketlerinden çözebilmeyi öğretti.
Her olayda olduğu gibi ne kadar iyi taraflarından bakmaya çalışsam da anlaşılamamak, anlaşılmak istenmemek, çığlık atmak isterken susmak zorunda bırakılmak (yine karşı tarafı düşündüğümden, üzülmesini istemediğimden), iyi niyetimin suistimal edilmesine sebep oldu.
Bazen insanlar bizi anlamadığı için değil, anlamak istemediği için sessiz kalırız. Çünkü biliriz; karşımızdakinin niyeti bizi görmek değil, yalnızca kendi varlığını onaylatmaktır. İşte bu noktada anlıyoruz ki, duygularımızı paylaşmak cesaret ister. Sadece hissetmek değil, hissettiğini savunabilmek olgunluk gerektirir. Ve ben artık şunu biliyorum: Her kalbe dokunmak zorunda değilim. Bazı kapıları çalmamak, bazı insanlara iç dünyamı hiç göstermemek de bir tür özsaygıdır. Kendi sesimi duymayı öğrenmek, başkalarının sessizliğine mahkûm kalmaktan çok daha değerlidir.
Uzun zaman boyunca “Acaba yanlış anlarlar mı?” kaygısıyla kendimi geri çektim. Sesimi kısmak zorunda kaldım, çünkü içimi açtığım insanların bunu bir samimiyet değil, fırsat olarak gördüğünü fark ettim. Oysa artık biliyorum: Kendini savunmayan her kalp, başkalarının yargısına açık hâle gelir. Duygusal sınır koymak bencillik değildir; ruh sağlığını korumaktır. İnsan, herkesi içine almakla değil, hak edeni ağırlamakla büyür. Ben de kalbimin kapılarını kilitlemeyi değil, anahtarını seçmeyi öğrendim.
Belki de duygular bir tuzak değil; asıl tuzak, duygusuz görünen insanlara anlam yüklemek. Çabamıza rağmen susanlara, samimiyetimize rağmen yüz çevirenlere anlam vermeye çalışmak bizi tüketiyor. İnsan bazen sadece yoruluyor; açıklama yapmaktan, kendini kanıtlamaktan, iyi niyetini ispat etmekten… Fakat hepsinin sonunda elinde tek bir gerçek kalıyor: “Beni anlayan biri olmasa da ben kendimi inkâr etmeyeceğim.” İşte bu, içsel özgürlüğün başlangıcı.
Bugün artık biliyorum ki, duygularım benim zayıf yanım değil; aksine en büyük gücüm. Çünkü incinmekten korkmayan insan, hissetmekten de vazgeçmez. Yaralarım bana neyi hak etmediğimi öğretti. Suskunluğum ne kadar canımı acıtmış olsa da, şimdi biliyorum… İçimde taşıdığım, sandığım kadar kırılgan değilmiş; sadece yanlış ellere teslim etmişim. Ve artık hiçbir çığlığım sessizlikle boğulmayacak, çünkü önce kendimi duymayı seçtim.
Belki de en büyük yanılgımız, duygularımızın bizi zayıflattığını sanmak oldu. Oysa zayıflık, hissetmekte değil; hissettiklerimizi susturmaktadır. Çünkü insan, ne hissettiğini yok sayarak değil, kabul ederek güçlenir. Ben artık biliyorum: Sessizlik bazen korunmaktır, ama kalıcı bir sığınak değildir. Gerçek iyileşme, sustuklarımızla yüzleştiğimizde başlar. Ve belki de bu yüzden, bir gün herkes kendi içine dönmek zorunda kalır; çünkü en derin yaraları başkaları değil, insanın kendisi iyileştirir.
Şimdi geriye tek bir soru kalıyor:
Duygular gerçekten bir tuzak mı, yoksa onları yanlış kişilere emanet ettiğimiz için mi acı çekiyoruz?
Belki de cevap çok basit…
Biz, hissetmekten değil; anlaşılmamaktan yorulduk.
Ama unutma: Anlaşılmadığın yerde sessiz kalmak kaybetmek değildir.
Kendi kalbini korumak bazen tüm dünyaya karşı kazanmaktır.
Bu satırları okuyan sen… Belki de benim gibi sesini içinde tutanlardansın. Belki onlarca kez anlaşılamadın, yüzüne gülüp kalbine zarar verenlerle karşılaştın. Ama sakın unutma: Kalbin kimsenin oyuncağı değil. Hissetmekten utanma, sadece hissettiklerini hak etmeyenlere teslim etme. Çünkü bir gün, seni susturmaya çalışanlara rağmen sesini duyduğunda… İşte o gün, en çok kendine kavuşacaksın.



Yorumlar